Ayşeli Polat Yazdı... “Hak Yemek Modernleşti, Vicdan Suskun” Mutaffifîn Suresine Güncel Bir Bakış

Memnuniyetsizliğin nişanesi yana kaymış dudağıyla, öfkeden daha bir koyulaşmış çatık kaşları el ele vermişti sanki. Şikâyetin ardı arkası kesilmiyordu. “Şehir Hastanesi yapsalar nolacak!” dedi burun kıvırarak. “Test yapıp eve gönderiyorlar. Hadi ben coronaysam? İnsan testin sonucunu beklemeden eve gönderir mi hiç! Neymiş, boş yatak yokmuş! Hastane tıklım tıklım doluymuş!”

Teselli babından birkaç kelam etmek için tam ağzımı açacaktım ki, beynime balyoz etkisi yapan cümlesiyle dondum kaldım. “Hem hastane de hastane olsa bari! İçine giren çıkamıyor. Hastane değil labirent mübarek! Nereden girdiğin nereden çıktığın belli değil. Ne gerek vardı ki bu kadar büyük hastaneye!”

“Allah’ım sen benim aklıma mukayyet ol!” dedim sessizce. “Bu nasıl bir adam? Hem hastanede boş yatak olmamasını eleştiriyor hem de hastanenin büyük yapılmasını. Üstelik bu eleştirilerini de aynı anda yapıyor. Demek ki “ALACAĞI HİZMETİ MÜKEMMEL İSTİYOR.”

Birkaç gün sonra semt pazarında gördüm bu adamı. Tezgâhına dizdiği domatesleri satmak için var gücüyle bağırıyordu. Ben de hemen bitişiğindeki tezgâhın başında durmuş, satıcının elime tutuşturduğu poşete havuç seçiyordum. Bu sırada, titreyen ellerinin zor kavradığı bastonla zar zor ayakta duran yaşlı bir müşteri ile domates satıcısı arasında geçen konuşmalara istemeyerek de olsa şahit oldum. Yaşlı amca, satıcıdan domates koymak için poşet isteyince, satıcı aslan gibi kükredi. “Seçmek yok bey amca! Corona var corona! Bu tezgâha her gelen, domatesleri mıncıklasa, corona Türkiye’ye değil Çin’e yayılır. O yüzden ben dolduracağım. Sen de kısmetine razı olacaksın!”

Adamcağız yediği fırçanın etkisiyle sus pus olmuştu. “Üç kilo olsun madem!” deyip, satıcının domatesi tartmasını bekledi. Satıcı, tek hamlede tutup kopardığı poşetin içine, tezgâhın müşteriye dönük tarafında intizamla dizilmiş, kan kırmızı rengiyle iştah kabartan domateslerden birkaç tane koyduktan sonra, kalan boşluğu arka tarafa ustaca gizlenmiş ezik domateslerle doldurdu. Pis pis sırıtarak “Hadi yine iyisin bey amca!” dedi. “Akşam vakti eve geç kalmayayım diye indirimli verdim sana. Sabah gelseydin bu fiyata asla alamazdın. Eee müşteri memnuniyeti mühim tabii.”

Zavallı adam, domatesi indirimli aldığı için satıcıya bin minnet poşeti avuçladı. Eve gittiğinde yaşayacağı hayal kırıklığından bihaber satıcıya tebessüm etti samimiyetle. Bense gördüklerim karşısında dondum kaldım hayretle. İlginç dedim içimden. Satıcı, alacağı hizmeti mükemmel istemesine bedel, “HİZMET VERDİĞİNDE EKSİK VERİYORDU.”

Her yıl tekrarlanan, birkaç gün yatağa mahkûm eden kronik rahatsızlıklarım var. Yine rahatsızlığımın had safhaya çıktığı bir demde hastaneye gittim. Muayene olmak için odaya girdiğimde, doktorun ve hemşirenin hararetle sohbet ettiklerini gördüm. Hemşire “Doktor Bey, duyduğuma göre kızınız üniversite sınavında Türkiye derecesi yapmış. Tebrik ederim. Hangi okula gidiyordu? Benim kız da bu yıl orta sonda. Seneye bizim kızı da sizin kızın gittiği okula yollayalım diyoruz.” Dedi. Doktor, eğitimin kötülüğünden, öğretmenlerin cehaletinden, hizmetlilerin sorumsuzluğundan bahsederek devlet okullarını kıyasıya eleştirdikten sonra “Adam gibi öğretmen mi var devlet okullarında?” dedi. “Özel okula yolladık kızı. Parası biraz cüzdan yakıyor ama olsun. Adamlar hak ediyorlar. Verdiğim para son kuruşuna kadar helal olsun. Bak, kızım sınavda derece yaptı. Devlet okuluna yollasak böyle mi olurdu?” dedi hemşireye.

Benim yalı kazığı gibi karşılarında dikildiğimi, muayene için beklediğimi fark etmeleri biraz zaman alsa da çok şükür fark ettiler. Ben ise şaşkındım. Zira doktor bey “ALACAĞI HİZMETİ MÜKEMMEL İSTİYORDU.”

Cami cemaatinden bir teyzenin eşi vefat etmişti. Taziye için evine gittiğimde, gözyaşları içinde eşiyle geçirdiği son günleri anlattı. Hastanede eşine refakat ederken bir gece eşinin rahatsızlandığından bahsetti. Defalarca hemşire odasına gidip gözyaşları içinde yardım istediği halde, hemşire bir türlü nöbetçi doktoru uyandıramamış. Doktor, hemşireye kendisini rahatsız etmemesini söylüyormuş. Teyzenin eşi fenalaşınca, teyze hastaneyi birbirine katmış. Derken doktor bey teşrif etmiş nihayet. Etmiş etmesine de teyzeyi bir dövmediği kalmış uykusundan uyandırdığı için. Teyze, doktorun adını söylediğinde sanki beynim havanda dövülüyormuşçasına bir acı gelip çöktü kalbime. Zira doktor, benim muayene için gittiğim doktordu. Şaşkındım. Çünkü doktor bey, alacağı hizmeti mükemmel istemesine bedel, “HİZMET VERDİĞİNDE EKSİK VERİYORDU.”

Aslında hepimiz de böyle değil miyiz? Hizmet görmek istediğimizde en güzeliyle, en mükemmeliyle hizmet görmek istiyoruz. En küçük hataya, kusura tahammülümüz yok. En ufak bir füturda kıyasıya eleştiriyoruz. Lakin hizmet ederken sorumsuzca davranabiliyor, eksik hizmet sunabiliyoruz.

Oysa Kur’an ne diyor? Gelin hep birlikte kulak verelim. “ Eksik ölçüp tartanların vay haline! Onlar, insanlardan ölçerek bir şey aldıklarında tam ölçerler. Kendileri başkalarına vermek için ölçüp tarttıklarında ise haksızlık ederler. Onlar, o büyük günde -ki, işte o gün insanlar âlemlerin rabbinin huzuruna çıkacaklar- diriltileceklerini akıllarına getirmiyorlar mı?” (Mutaffifin Suresi 1-6)

Tam da ayette geçen o vahim durumdayız. Girdiği en lüks lokantada yediği yemeği eleştirip aşçıya demediğini bırakmayan bir müteahhit, yaptığı binalarda malzemeden çalmayı maharet sayıyor. En küçük bir sarsıntıda yıkılan binaların altında can veren insanların kul hakkı umurunda değil.

Seralarda hormonlu domates yetiştiren köylüye lanet okuyan bir market sahibi, son kullanma tarihi geçmiş malları müşteriye kakalamayı kâr sayıyor. O mallardan yiyen her kişinin kul hakkı sebebiyle çetin bir hesabın kendisini beklediğinden haberi yok.

Depremde evi yıkılan, bu yüzden müteahhide demediğini bırakmayan bir pastaneci, yaptığı baklavaların içine Antep fıstığı yerine bezelye koymakta bir sakınca görmüyor. O pastaneye güvenip alışveriş yapan müşterilerin hakkı onu ilgilendirmiyor.

Karısının kendisini aldattığından dem vurup ağzından çıkanı kulağı duymayan bir galerici, kaza yapmış bir arabayı tamir ettirip sıfır fiyatına satmakta bir beis görmüyor. O arabayla kaza yapan müşterinin kul hakkına girdiğinden haberi yok.

Devlet dairesinde işlerin yavaş yürüdüğünden, memurların işi savsakladığından şikâyet eden bir avukat, bile bile bir suçluyu savunup beraat ettirebiliyor. O suçlunun tekrar suç işlediğinde girdiği günahta payı olduğundan bihaber.

Dolandırıcılar tarafından dolandırıldığı için küfreden bir memur, çalıştığı kurumdan malzeme aşırmayı marifet sayıyor. O malzemede milyonlarca kişinin hakkı olduğunu düşünmüyor.

Karısına sevgililer gününde aldığı pahalı elbisenin defolu çıktığını kahrederek anlatan bir öğretmen, teneffüs bitip ders zili çaldığı halde çayını tazeletiyor.

Aldığı maaşın yetmediğinden bahseden bir çöpçü, dostlar alışverişte görsün tarzında sokakları göstermelik süpürüyor. Çocuklarının kursağına haram gittiğinin farkında değil.

Çalışma hayatının yoğunluğundan, çocuğunun derdini bir kez dinlememiş, başını bir kez okşamamış bir anne, evladından olağanüstü bir başarı bekliyor. Aynı şekilde babasına bir bardak su vermemiş, saygı yoksunu bir çocuk, ebeveyninden krallara layık bir hayat tarzı istiyor.

Evde çamaşır suyu değmiş lekeli eşofmanla dolaşan, dırdırıyla eşini canından bezdiren bir kadın, kocasından koridora gül yaprağı saçarak tek taş hediye etmesini, her gece romantik sürprizlerle başını döndürmesini bekliyor. Aynı şekilde, işten eve gelir gelmez oturan boğa misali televizyonun karşısına geçip kanal değiştiren, karısının hâlini hatırını sormayan, derdini dinlemeyen, gönlünü alacak tek kelam etmeyen erkek, karısının evde cilve ile süzülmesini, etrafında huri misali pervane olmasını istiyor. 

Hadi ayeti bir kez daha okuyalım. “ Eksik ölçüp tartanların vay haline! Onlar, insanlardan ölçerek bir şey aldıklarında tam ölçerler. Kendileri başkalarına vermek için ölçüp tarttıklarında ise haksızlık ederler. Onlar, o büyük günde -ki, işte o gün insanlar âlemlerin rabbinin huzuruna çıkacaklar- diriltileceklerini akıllarına getirmiyorlar mı?” (Mutaffifin Suresi 1-6)