Yaradılanı Sev, Yaradan’dan Ötürü

Vaktiyle bir mazlum vatandaş berbere gider. Saçlarını dibinden kazımasını, sakal ve bıyığını kısaltmasını ister. Tereddütsüz koltuğa oturur ve der ki:

“Vur usturayı, berber efendi!”

Berber saçları kazımaya başlar. Mazlum, aynadan kendini izler. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır ki, tam diğer tarafa geçecekken içeri bir kabadayı girer. Yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın… doğrudan Mazlum’un yanına gelir ve başının kazınmış kısmına tokat atarak:
“Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!”

Mazlum, kin ve nefrete rağmen düşünür: Sövene dilsiz, vurana elsiz olmak er kişinin işidir.
Biraz çaresiz, biraz da mütevekkil usulca kalkar. Berber de mahcup olmakla birlikte kabadayının pervasızlığından korktuğu için ses çıkaramaz.

Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Ancak tıraş esnasında da Mazlum’u sürekli aşağılayıp alay eder:
“Kabak aşağı, kabak yukarı!”

Tıraş biter. Kabadayı dükkândan çıkar ve daha birkaç metre gitmeden, yıllardır park halinde duran bir hurda kamyon yokuştan aşağı, şöförsüz biçimde kabadayının üzerine doğru gelir.
Kabadayı tekerin altında kalarak hayatını kaybeder. Olay karşısında herkes şaşkındır. Berber Mazlum’a bakar ve sorar:
“Biraz ağır olmadı mı efendi?”

Mazlum, mahsun bir şekilde cevap verir:
“Vallahi gücenmedim ona. Gel gör ki, kabağın bir de sahibi var. O, gücenmiş olmalı. Demek ki, alma mazlumun ahını; çıkar elbet, ya hemen, ya aheste.
Öbürünüzü kibirli, terbiyesiz ve sahipsiz bırakmayın. Her şeyin sahibini unutmayalım ve hayat felsefemize dürüstçe devam edelim.”

Kalın sağlıcakla.