Yüksek Binaların Arasında Kaybolmayan Vicdan: Bir Bacanın Hikâyesi

Bir zamanlar Etnografya Müzesi’nin yanı başında, Gülkenti Güneykent’teki tarihi Gülbirlik Gül Yağı Fabrikası’nın eşiğinde yükselen bu bacalar, modern tüketim toplumuna karşı emeğin ve üretimin suskun ama kararlı bir haykırışı gibi yükseliyor.

"Hazır yiyiciliğin giriş kapısında emeğe dair bir anıtı yaşatabilmek, modern çağın çelişkilerine tokat gibi düşer” diyen Özdemir, 1930’lardan itibaren Isparta'nın üretim tarihine tanıklık eden bu bacaların mimari detaylarını da unutulmaz bir ustalıkla paylaştı.

İçten içe ateş tuğlası, dıştan Başmakçı tuğlası... Dıştan yuvarlak, içten köşeli mimarisiyle dikkat çeken bacalar, sadece bir dönemin değil, bir zihniyetin de eseri. Özdemir’in anlattığına göre, 1950’li yıllarda kazan patlamalarıyla yaşanan trajediler, kısa teneke bacaların yetersizliğini gözler önüne sererken, halkın dayanışmasıyla Eskişehir örnek alınarak tuğladan yeni bacalar inşa edildi.

Bu görkemli yapılar, bugün bile ayakta. Ve her biri, birer sessiz tanık: Çolak Mehmet Gürkan'ın elleriyle yükselen ilk baca, Ali Özkiraz, Gündoğdu, Hasan Hüseyin Kaçıkoç, Emin Çakırkaya, Turan Yakartepe gibi emektar ustaların ölümsüz eserleri...

Fevzi Özdemir ve dönemin İl Genel Meclisi Üyesi Selim Sözer’in bu bacaları Anıtlar Kurulu’na tescil ettirmek için verdiği çaba, zamanında anlaşılamasa da bugün bir vizyonun nişanesi olarak daha da anlam kazanıyor.