Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam

Bir Kaç Ayetin Düşündürdükleri

Isparta (Web Sitesi) - Web Sitesi | 06.09.2025 - 08:54, Güncelleme: 06.09.2025 - 08:54
 

Bir Kaç Ayetin Düşündürdükleri

Ayşeli Polat yazdı...

“Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Gemide olduğunuz zaman (yolcuları) tatlı bir rüzgârın yürüttüğü ve onların bununla neşelendikleri sırada birden sert bir fırtına çıkıp, her yönden dalgalar geldiğinde ve kendilerinin her yönden kuşatıldıklarına kanaat getirdiklerinde dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar: Eğer bizi bu durumdan kurtarırsan şükredenlerden olacağız!” (Yunus, 10/22)   “Onları gölgeler gibi dalgalar bürüdüğünde dini Allah'a has kılarak O’na yalvarırlar. Kendilerini karaya çıkarıp kurtardığında içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Gaddar nankörlerden başkası ayetlerimizi bile bile inkâr etmez.” (Lokman, 31/32).   Ayetteki “Onları gölgeler gibi dalgalar bürüdüğünde” ifadesinden anlaşılan şey, bu yolculuğu yapanların kâfir kimseler oldukları ve ölüm korkusu yaşamalarının ardından bir kısmının iman ettiğidir. İnsan, kendisini güçlü hissedip kibirlendiğinde doğru yoldan çıkar; ancak dünya değiştirmekle burun buruna gelince bu kibri kırılır ve çaresizlikten yaratıcısına yönelir. İnkârlarında ısrarlı olanlar ise dalgaların ürkütücülüğü karşısında Allah’a sığınsalar da asıl korktukları şey, dalgalardır. Dalgalar durulunca tehlike geçti diye düşünüp eski hayat tarzlarına geri dönerler. Hâlbuki Allah’ın ahiretteki azabı ile dünyada insanın karşısına çıkan korkunç durumlar bir midir? Elbette ki değildir. Ayetteki “gaddar (hattâr)” kelimesi, sözünde durmayan kimse anlamındadır. Muhtemelen inkârcı kimse, dalgaları görünce iyi kul olacağına dair Allah’a söz vermekte ancak deniz sakinleşince sözünün gereğini yerine getirmeyip imtihanı kaybetmektedir.   “Onlar bir gemiye bindikleri zaman (fırtına korkusuyla), dini Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar; fakat onları sağ salim karaya çıkardığında bakarsın ki yine Allah’a ortak koşuyorlar.” (Ankebut, 29/ 65)   Bu ayetleri okuduğumda mazi ile hâl gözlerimin önünden bir film karesi gibi geçiverdi. Ne acı günlerden geçmiştik Allahım! Seneler geçmesine rağmen, hatırladığımda hala burun direklerim sızlar. Rahat değildik hiçbir açıdan. Gerek maddi refah, gerekse ibadetleri bihakkın ifa etme hususunda türlü eziyetlere katlandık. Ama kale gibi imanla, taş gibi iradeyle bütün sıkıntıların üstesinden gelmeyi bildik. Benimle akran olanlar için yazdıklarım çok ütopik şeyler olmasa da, yeni nesil için anlaşılamaz, hatta anlaşılması teklif dahi edilemez şeyler…   “İslam, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip mü'minlere!” buyuruluyor ya hani! Garip bir nesildi bizim nesil vesselam!             Üniversiteye, meslek sahibi olmak veya günümüzü gün etmek için değil, ilim elde edip ilim yolunda ölürsek şehit olabiliriz ümidiyle giderdik mesela. İlim dediysem, öyle bilgimiz arttıkça kariyer basamaklarını hızlı hızlı tırmanalım, makam-mevki sahibi olalım derdinde de olmadık hiç!    İlmin, nefsi tanımaya bir vesile olduğunun bilincinde, “nefsimizi bilirsek Rabbe kurbiyetimiz ziyadeleşir” düşüncesiydi bizi üniversite sıralarında oturtan. Öğrendiğimizi amele dökmeden, yeni bir bilgi edinmeyi edepsizlik addeder, ilmi hayatımızın tam ortasına yerleştiriverirdik.    Sınıf geçme endişesini bir tarafa bırakır, okuldan eve geldiğimizde de ilmimize ilim katmanın derdiyle meşgul olurduk. Üniversiteyi, rızaya giden yolda bir basamak bilen garip bir nesildik biz…            Kem nazar değmesin diye okulda en arka sıralarda oturan, yoklama yapıldığında “burada” demekten imtina edip el kaldıran, hoca fark ederse var yazılan, görmezse yok yazılan; hoca tahtada ders anlatırken, harama bakmamak adına tahtada yazılanları arkadaşlarla nöbetleşe deftere geçiren garip bir nesildik biz…            Başörtüsünü, sadece ve sadece Allah emrettiği için örten, bu uğurda hangi bedel ödenecekse “başım gözüm üstüne” diyerek seve seve bedel ödeyen bir nesildik. Öyle renkli, markalı eşarplarımız olmadı hiç. Kumaşçıya gider, 110 cm. kumaş kestirir, etrafını overloklatır örterdik. Arkadaşlardan biri “eşarbın çok yakışmış” derse, o eşarbı ömür billah bir daha takmazdık. Başörtünün, güzelliği açığa çıkaran değil; gizleyen bir meta olmasına özen gösterir, uyumlu mu değil mi sorusunu hayalimizden bile geçirmezdik.    Burnunu göstermekten haya eden, elleri eldivenli, haram nazardan uzak olduğu için bembeyaz elli garip bir nesildik biz…             Dünya, rüyalarımıza bile girmezdi. Gelen taliplere ültimatom gibi bir belge verir şartlar koşardık. Şartlar dediysem, hiç biri dünyaya dair olmazdı. Ne yatak odası takımı isterdik, ne misafir odası takımı… Evini minderle doldurup, bir yüzükle evlenen gönlü geniş bir nesildik biz. Evleneceğimiz kişide ne yakışıklılık arardık, ne de zenginlik. Ne mesleğiyle ilgilenirdik, ne de şöhretiyle. Elimizden tutup bizi cennete götürecek bir eş olması yeterliydi. Allah’a yaklaştıracak yolları bize kolaylaştırsın yeterdi. Masraf olmasın diye gelinlik yerine beyaz bir elbise ile evlenen garip bir nesildik biz…           Yukarıda “bedel” dedim ya… O bedeli fazlasıyla ödedik. Kimimiz, tek sermayesi olan ineğini satarak dersaneye gönderen babalarımıza vefa göstergesi olarak Tıp Fakültesini kazandık da, son sınıfın son ayında başörtümüzü açmamak için okulu bıraktık. Kimimiz, tek hayali olan öğretmenlik mesleğinden istifaya zorlandık. Kimimiz direttik de meslekten atıldık. Kimimiz yasaktan dolayı liseyi bile bitiremedi. Kimimiz başını açması için eziyet eden eşinden boşandı. Kimimiz evlatlıktan reddedildi. Kimimiz coplandı, dövüldü, hapse atıldı. Kimimiz ise, kimsesi olmadığı için başını açarak çalışmak zorunda kaldı da, akıl hastanesinde başörtüye sarılarak uyuyor. 27 yıldır hala akıl hastanesinden çıkamadı. Başını açmaktansa ölmeyi tercih eden bir garip nesildik biz…            Geçmişe dönüp baktığımda, bütün sıkıntıların bizi pişirdiğini, Âdem kıldığını, imanımızı kuvvetlendirdiğini müşahede ediyorum. Çok şükür artık o tarz sıkıntıların hiç biri yok. Hem maddi açıdan, hem de dini yaşama hususunda oldukça rahatız.            Artık kimse başörtüsü taktığı için coplanmıyor. Kimse meslekten atılmıyor. Artık kimse kelepçelenerek hapse atılmıyor. Kimse akıl hastanesine düşecek derecede psikolojik olarak yıpranmıyor. Çok şükür çok rahatız.            Ama rahatlık bize yaramıyor mu ne! Çünkü, bizim garip neslin aksine, başörtüsüyle parklarda, caddelerde öpüşüp koklaşan yepyeni bir nesil türedi. Ağzında sakızla erkek arkadaşlarının omuzlarında maç seyreden, elinde sigara şuh kahkahalar eşliğinde erkeklerle şakalaşan bir nesil…            Çok şükür başörtüsü mücadelesini kazandık. Ama bonenin içine yazma tepiştirip, topuzunu fezaya doğru yükselten, kitaptan çok makyaj malzemesine yatırım yapan, eşarp-çanta- ayakkabı uyumu için AVM’lerde vakit öldüren, eşarplarını gardroba sığdıramayan, pardesüyü kısalta kısalta gömleğe, eşarbı küçülte küçülte kuşa döndüren, daracık kot ve badi ile tesettürlü olduğunu iddia eden bir nesil türedi.            Üniversite tercihinde yorulmadan, terlemeden para kazanılan bir bölüm arayışına giren, evlenirken beyaz atlı prens ve karun zenginliğinde olmayan adaylara şans tanımayan, her şeyden çabucak sıkılan, hız ve haz peşinde koşarken ideallerini unutan, 15 gün içinde boşanan, bugün giydiğini yarın giymeyen, bebeğin doğumuna, dişine, çişine, yaşına organizasyon düzenleyip para dökmeyi medenileşme kriteri olarak gören, bütün bunlara rağmen hala mutlu olamayan bir nesil bu nesil…           Röportaj yapıldığında guslün farzını bilmeyen, ama dizi oyuncularının 24 saatte ne yiyip ne içtiğine varıncaya kadar ezbere bilen, gayesiz, amaçsız, hedefsiz bir nesil çığ gibi büyüyor. Maddi hiçbir kaygısı olmadığı halde doyumsuz, şöhret ve şehvet düşkünü bir nesil geliyor gümbür gümbür…             Anne-babaya karşı saygısız, güç yetirebildiğine karşı merhametsiz, vicdansız, sadece kendi egosunu şişirmeye odaklı, dünyanın kendi etrafında döndüğünü, herkesin kendisine hizmet etmek için yaratıldığını zanneden ve bu minvalde yaşayan bencil bir nesil…            Rahatlık hakikaten bize yaramıyor. Artık en büyük problemi hokka buruna sahip olamamak olan, annelerin yanında yürürken utandığı, telefonunun modeli düşük olduğu için gözyaşı döken bir nesil var karşımızda.   Vücudunu lazer epilasyon yaptıran oğullarımız, evliliği oyuncak zanneden, dizi oyuncularından sınırsız boşanıp evlenmeyi miras almış, hiçbir şekilde ikaz edilmeyen, edildiğinde ise evi terkedebilecek kızlarımız var…            Eğer doğrulup silkinmezsek, bir an önce önlemini almazsak, kendi kafamıza sıkar gibi kendi ellerimizle, kendi evlerimizde bize tamamen yabancı bir nesil yetiştiriyor olacağız. Umarım çok geç olmadan tehlikenin farkına varırız.            Soruyorum bazen. Acaba bizim nesil mi daha garipti yoksa bu nesil mi diye. Allah evvelimizi de ahirimizi de hayır etsin. Akıbetimiz hayrolsun inşallah…
Ayşeli Polat yazdı...

“Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Gemide olduğunuz zaman (yolcuları) tatlı bir rüzgârın yürüttüğü ve onların bununla neşelendikleri sırada birden sert bir fırtına çıkıp, her yönden dalgalar geldiğinde ve kendilerinin her yönden kuşatıldıklarına kanaat getirdiklerinde dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar: Eğer bizi bu durumdan kurtarırsan şükredenlerden olacağız!” (Yunus, 10/22)
 
“Onları gölgeler gibi dalgalar bürüdüğünde dini Allah'a has kılarak O’na yalvarırlar. Kendilerini karaya çıkarıp kurtardığında içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Gaddar nankörlerden başkası ayetlerimizi bile bile inkâr etmez.” (Lokman, 31/32).
 
Ayetteki “Onları gölgeler gibi dalgalar bürüdüğünde” ifadesinden anlaşılan şey, bu yolculuğu yapanların kâfir kimseler oldukları ve ölüm korkusu yaşamalarının ardından bir kısmının iman ettiğidir. İnsan, kendisini güçlü hissedip kibirlendiğinde doğru yoldan çıkar; ancak dünya değiştirmekle burun buruna gelince bu kibri kırılır ve çaresizlikten yaratıcısına yönelir. İnkârlarında ısrarlı olanlar ise dalgaların ürkütücülüğü karşısında Allah’a sığınsalar da asıl korktukları şey, dalgalardır. Dalgalar durulunca tehlike geçti diye düşünüp eski hayat tarzlarına geri dönerler. Hâlbuki Allah’ın ahiretteki azabı ile dünyada insanın karşısına çıkan korkunç durumlar bir midir? Elbette ki değildir. Ayetteki “gaddar (hattâr)” kelimesi, sözünde durmayan kimse anlamındadır. Muhtemelen inkârcı kimse, dalgaları görünce iyi kul olacağına dair Allah’a söz vermekte ancak deniz sakinleşince sözünün gereğini yerine getirmeyip imtihanı kaybetmektedir.
 
“Onlar bir gemiye bindikleri zaman (fırtına korkusuyla), dini Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar; fakat onları sağ salim karaya çıkardığında bakarsın ki yine Allah’a ortak koşuyorlar.” (Ankebut, 29/ 65)
 
Bu ayetleri okuduğumda mazi ile hâl gözlerimin önünden bir film karesi gibi geçiverdi. Ne acı günlerden geçmiştik Allahım! Seneler geçmesine rağmen, hatırladığımda hala burun direklerim sızlar. Rahat değildik hiçbir açıdan. Gerek maddi refah, gerekse ibadetleri bihakkın ifa etme hususunda türlü eziyetlere katlandık. Ama kale gibi imanla, taş gibi iradeyle bütün sıkıntıların üstesinden gelmeyi bildik. Benimle akran olanlar için yazdıklarım çok ütopik şeyler olmasa da, yeni nesil için anlaşılamaz, hatta anlaşılması teklif dahi edilemez şeyler…
 
“İslam, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip mü'minlere!” buyuruluyor ya hani! Garip bir nesildi bizim nesil vesselam! 
          
Üniversiteye, meslek sahibi olmak veya günümüzü gün etmek için değil, ilim elde edip ilim yolunda ölürsek şehit olabiliriz ümidiyle giderdik mesela. İlim dediysem, öyle bilgimiz arttıkça kariyer basamaklarını hızlı hızlı tırmanalım, makam-mevki sahibi olalım derdinde de olmadık hiç! 
 
İlmin, nefsi tanımaya bir vesile olduğunun bilincinde, “nefsimizi bilirsek Rabbe kurbiyetimiz ziyadeleşir” düşüncesiydi bizi üniversite sıralarında oturtan. Öğrendiğimizi amele dökmeden, yeni bir bilgi edinmeyi edepsizlik addeder, ilmi hayatımızın tam ortasına yerleştiriverirdik. 
 
Sınıf geçme endişesini bir tarafa bırakır, okuldan eve geldiğimizde de ilmimize ilim katmanın derdiyle meşgul olurduk. Üniversiteyi, rızaya giden yolda bir basamak bilen garip bir nesildik biz…
          
Kem nazar değmesin diye okulda en arka sıralarda oturan, yoklama yapıldığında “burada” demekten imtina edip el kaldıran, hoca fark ederse var yazılan, görmezse yok yazılan; hoca tahtada ders anlatırken, harama bakmamak adına tahtada yazılanları arkadaşlarla nöbetleşe deftere geçiren garip bir nesildik biz…
          
Başörtüsünü, sadece ve sadece Allah emrettiği için örten, bu uğurda hangi bedel ödenecekse “başım gözüm üstüne” diyerek seve seve bedel ödeyen bir nesildik. Öyle renkli, markalı eşarplarımız olmadı hiç. Kumaşçıya gider, 110 cm. kumaş kestirir, etrafını overloklatır örterdik. Arkadaşlardan biri “eşarbın çok yakışmış” derse, o eşarbı ömür billah bir daha takmazdık. Başörtünün, güzelliği açığa çıkaran değil; gizleyen bir meta olmasına özen gösterir, uyumlu mu değil mi sorusunu hayalimizden bile geçirmezdik. 
 
Burnunu göstermekten haya eden, elleri eldivenli, haram nazardan uzak olduğu için bembeyaz elli garip bir nesildik biz… 
          
Dünya, rüyalarımıza bile girmezdi. Gelen taliplere ültimatom gibi bir belge verir şartlar koşardık. Şartlar dediysem, hiç biri dünyaya dair olmazdı. Ne yatak odası takımı isterdik, ne misafir odası takımı… Evini minderle doldurup, bir yüzükle evlenen gönlü geniş bir nesildik biz. Evleneceğimiz kişide ne yakışıklılık arardık, ne de zenginlik. Ne mesleğiyle ilgilenirdik, ne de şöhretiyle. Elimizden tutup bizi cennete götürecek bir eş olması yeterliydi. Allah’a yaklaştıracak yolları bize kolaylaştırsın yeterdi. Masraf olmasın diye gelinlik yerine beyaz bir elbise ile evlenen garip bir nesildik biz…
         
Yukarıda “bedel” dedim ya… O bedeli fazlasıyla ödedik. Kimimiz, tek sermayesi olan ineğini satarak dersaneye gönderen babalarımıza vefa göstergesi olarak Tıp Fakültesini kazandık da, son sınıfın son ayında başörtümüzü açmamak için okulu bıraktık. Kimimiz, tek hayali olan öğretmenlik mesleğinden istifaya zorlandık. Kimimiz direttik de meslekten atıldık. Kimimiz yasaktan dolayı liseyi bile bitiremedi. Kimimiz başını açması için eziyet eden eşinden boşandı. Kimimiz evlatlıktan reddedildi. Kimimiz coplandı, dövüldü, hapse atıldı. Kimimiz ise, kimsesi olmadığı için başını açarak çalışmak zorunda kaldı da, akıl hastanesinde başörtüye sarılarak uyuyor. 27 yıldır hala akıl hastanesinden çıkamadı. Başını açmaktansa ölmeyi tercih eden bir garip nesildik biz…
          
Geçmişe dönüp baktığımda, bütün sıkıntıların bizi pişirdiğini, Âdem kıldığını, imanımızı kuvvetlendirdiğini müşahede ediyorum. Çok şükür artık o tarz sıkıntıların hiç biri yok. Hem maddi açıdan, hem de dini yaşama hususunda oldukça rahatız.
          
Artık kimse başörtüsü taktığı için coplanmıyor. Kimse meslekten atılmıyor. Artık kimse kelepçelenerek hapse atılmıyor. Kimse akıl hastanesine düşecek derecede psikolojik olarak yıpranmıyor. Çok şükür çok rahatız.
          
Ama rahatlık bize yaramıyor mu ne! Çünkü, bizim garip neslin aksine, başörtüsüyle parklarda, caddelerde öpüşüp koklaşan yepyeni bir nesil türedi. Ağzında sakızla erkek arkadaşlarının omuzlarında maç seyreden, elinde sigara şuh kahkahalar eşliğinde erkeklerle şakalaşan bir nesil…
          
Çok şükür başörtüsü mücadelesini kazandık. Ama bonenin içine yazma tepiştirip, topuzunu fezaya doğru yükselten, kitaptan çok makyaj malzemesine yatırım yapan, eşarp-çanta- ayakkabı uyumu için AVM’lerde vakit öldüren, eşarplarını gardroba sığdıramayan, pardesüyü kısalta kısalta gömleğe, eşarbı küçülte küçülte kuşa döndüren, daracık kot ve badi ile tesettürlü olduğunu iddia eden bir nesil türedi. 
         
Üniversite tercihinde yorulmadan, terlemeden para kazanılan bir bölüm arayışına giren, evlenirken beyaz atlı prens ve karun zenginliğinde olmayan adaylara şans tanımayan, her şeyden çabucak sıkılan, hız ve haz peşinde koşarken ideallerini unutan, 15 gün içinde boşanan, bugün giydiğini yarın giymeyen, bebeğin doğumuna, dişine, çişine, yaşına organizasyon düzenleyip para dökmeyi medenileşme kriteri olarak gören, bütün bunlara rağmen hala mutlu olamayan bir nesil bu nesil…
         
Röportaj yapıldığında guslün farzını bilmeyen, ama dizi oyuncularının 24 saatte ne yiyip ne içtiğine varıncaya kadar ezbere bilen, gayesiz, amaçsız, hedefsiz bir nesil çığ gibi büyüyor. Maddi hiçbir kaygısı olmadığı halde doyumsuz, şöhret ve şehvet düşkünü bir nesil geliyor gümbür gümbür… 
          
Anne-babaya karşı saygısız, güç yetirebildiğine karşı merhametsiz, vicdansız, sadece kendi egosunu şişirmeye odaklı, dünyanın kendi etrafında döndüğünü, herkesin kendisine hizmet etmek için yaratıldığını zanneden ve bu minvalde yaşayan bencil bir nesil…
          
Rahatlık hakikaten bize yaramıyor. Artık en büyük problemi hokka buruna sahip olamamak olan, annelerin yanında yürürken utandığı, telefonunun modeli düşük olduğu için gözyaşı döken bir nesil var karşımızda.
 
Vücudunu lazer epilasyon yaptıran oğullarımız, evliliği oyuncak zanneden, dizi oyuncularından sınırsız boşanıp evlenmeyi miras almış, hiçbir şekilde ikaz edilmeyen, edildiğinde ise evi terkedebilecek kızlarımız var…
          
Eğer doğrulup silkinmezsek, bir an önce önlemini almazsak, kendi kafamıza sıkar gibi kendi ellerimizle, kendi evlerimizde bize tamamen yabancı bir nesil yetiştiriyor olacağız. Umarım çok geç olmadan tehlikenin farkına varırız.
          
Soruyorum bazen. Acaba bizim nesil mi daha garipti yoksa bu nesil mi diye. Allah evvelimizi de ahirimizi de hayır etsin. Akıbetimiz hayrolsun inşallah…

Habere ifade bırak !
Haberle İlişkili Makale
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve davrazhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.