Yaratılmış varlıklar içerisinde eşref-i mahlukat olan insanoğlu, yaratılmışların en ekmeli olan insan bunu başarabiliyor mu?
Yaratıcının insana verdiği değeri, insan taşıyabiliyor mu?
İnsanoğlu, insan olabilmeyi başarabiliyor mu?
Yaratıcı insanı yaratırken sadece eşref-i mahlukat olarak yaratmamış, aynı zamanda tüm yarattığı varlıkları insanın hizmetine sunmuş. Bugün kainatta var olan tüm varlıklar insana hizmet etmek için vardır. Canlı ve cansız her ne varsa insan için var.
Hayvanlar insan için, bitkiler insan için, Hava-su insan için, kısacası her şey insana hizmet etmek için var edilmiş. İnsanoğlunun tüm istek ve ihtiyaçlarını kainatta hazır olarak bulabilmesi de insan olmanın gereğidir.
İnsana düşen vazife ise Rabbini bilip Yaratıcı'nın rızasına uygun olarak yaşayabilmektir. Çünkü, rabbini bilen ve itaat eden herşeyi bilir, O nu bilmeyen hiçbir şey bilemez.
İnsanın üzerine düşen en önemli görevlerden biriside, iradesini terbiye edip, aşırı istek ve ihtiyaçlarına gem vurabilmesidir. İnsanoğlu harama girmeden, helâl dairesi içerisinde istediği her şeyi yapabilir. Çünkü, helâl dairesi keyfe kâfidir, harama girmeye lüzum yoktur.
Maalesef insan, insanın dostu olması gerekirken, "insan, insanın kurdudur" felsefesi ile hareket ederek birbirini yok etmeye çalışmakta. Tabiatta var olan "güçlünün zayıfı yok etmesi" ilkesi insanlar arasında da yaygın bir şekilde tezahür etmektedir. Oysaki insan olan ve insan kalmayı başarabilenler, zayıfı ezmez, küçüğü hor görmez, yapmacıktan değil, gerçekten üzülür ve ağlar bir başka insanın başına gelenlere. Timsah gözyaşları değil, gönlünden gelen gözyaşları süzülür göz pınarlarından. Çünkü, herhangi biri, acı duyabiliyorsa canlı, başkalarının acısını duyuyorsa insan olmayı başarabilmiştir.
İçinde yaşadığımız modern çağda insana baktığımızda görüyoruz ki;
Fayı tartıştığımız kadar, hayayı tartışamıyoruz.
Depremi konuştuğumuz gibi, edebi konuşamıyoruz.
Evleri düşündüğümüz kadar, aileleri düşünmüyoruz.
Sövüp saydığımız kadar, sevip sayamıyoruz.
Maddiyata değer verdiğimiz kadar, maneviyata kıymet vermiyoruz.
Bedenimizi süslediğimiz oranda, gönlümüzü beslemiyoruz.
Zenginin düğününe ettiğimiz rağbeti, garibanın düğününde gösteremiyoruz.
Ormanlardaki yangınlar gibi, ailelerdeki yangınları söndürmeye çalışmıyoruz.
Toplumsal olaylara duyarlı olduğumuz kadar, bireysel feryatları görmezden geliyoruz.
Kısacası, "Saraydaki Yusuf'a herkes dost olur, önemli olan zindandaki Yusuf'a dost olabilmektir." İnsan, bu dünya hayatında kendini korumak için oluşturduğu hayat hapishanesinde çürütürken kendini, bunun farkına bile varamamıştır.
Esasında da tüm bu yaşananların, "Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz." Hadisinin muhatabı olan Müslüman bir ülkede yaşanıyor olması ise, işin can alıcı kısmı.
Sevgili Dostlar şu unutulmamalıdır ki,
Yaratıcı'nın eşref-i mahlukât olarak yarattığı insanoğlundan, Allah'ın rızasına uygun hareket etmeyenlere, Allah da dünyayı hakkıyla yaşatmaz. Ellerine imkân verir, ama içlerine huzur vermez... Fâni dünyanın Tadını vermez...Tuzunu vermez... Zevkini vermez... Hazzını vermez... Lezzetini vermez....Huzurunu vermez...
Kısacası bir üzüm tanesi yedirir, yüz tokat vurur. Bu durum ise, hayatı insan için daha can yakıcı bir hâle getirir.
Hangi devirde yaşıyoruz, bu devirde de böyle olur mu? diye diye devrilmeyen, DEĞERİMİZ kalmadı.
Değerler bir bir yok oldukça, insanlık ta kayboldu.
İnsanın bu dünyadaki vazife-i asliyesi, iman ve duadır. İnsan, kendisine verilen akıl sayesinde, hayvanlar gibi sadece nimete bakıp ondan faydalanmakla kalmaz, o nimet içinde ikramı görür.
Yâni o nimetin bir ikram, bir ihsan, bir iltifat olduğu bilir ve anlar. İkram ve ihsan etmek ise ağaçlara, bağlara, bahçelere, tarlalara verilemez. Çünkü, onların ikramı, ihsanı bilmeleri mümkün değildir. Bunu düşünme ve bilme yetisine sahip olan tek varlık olan insan, o nimeti verenin, ihsan edenin Yaratıcısı olduğunu bilir. Çünkü, insan şunu bilirki, beni yaratan her kimse kainatta var olan herşeyi de O yaratmıştır. Bu durumda insanı, sebeplere değil, o sebepleri yaratan ve o nimetleri onlara veren Allah’a şükretmeye götürür. Yaratıcı'ya şükretmek ise insana haddini bildirir, Yaratıcı'nın kim olduğunu ikrar ettirir. Allah'ı bilen ve O nun rızasına uygun yaşayan insan da ekmel insan olur.
Her ne isterseniz Allah'tan isteyin, 'Allah size yardım ederse, artık sizi yenecek hiçbir kimse yoktur.'(Ayet)
Tek sığınağınız, tek dayanağınız Allah ve Resulü olsun.