Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Hayrat Yardım
Ahmet Aydın
Köşe Yazarı
Ahmet Aydın
 

Köye Döneceğim de...

Evet, insan bazen istemiyor değil köyüne dönmeyi. Şehirlerin kalabalıklarından, ışıltılı caddelerin arka sokaklarında döndürülen kirli dolaplardan, araba gürültülerinden, egzozlardan çıkan zehirli gazlardan; insanların samimiyetsiz, sahte gülücüklerinden, makyajlanmış yüzlerden, filtrelenmiş fotoğraflardan, yüzüne gülüp ardından iş çeviren sahte insanlardan kurtulmak için… Çoktan dönerim de, dönmek mesele değil; mesele, benimle gelecek çoluk çocuk yok. Köye duyulan özlem yok. Çünkü köyde büyüyen çocuk yok. Şehirde hesabı kitabı yaptık, hesaplarımız tuttu, kendimize bir hayat kurduk da; insanlık bulduk mu? Güveni bulduk mu? Huzuru bulduk mu? İşte bunlar büyük bir muamma. “Sabır, sabır” diye hep bekledik. Belki düzelir insanlar diye… Sabır taşı da doldu taştı, en sonunda o da çatladı. Öyle ki şehirlerde güvenip kapısını çalıp içeri girecek ya da kapını açıp içeri buyur edeceğin insanlar yok denecek kadar azaldı. Eskiyi özler mi insan? Özlüyormuş meğer… Ben de köyümü özledim. Sobanın üstünde demlenen çayı özledim, koyunu, keçiyi, inekleri özledim; kümese girip holluktan yumurta almayı özledim. Dağları, taşları; pınarlarından akan, derelerinden coşup çağlayan suları özledim. Dağlarında dolaştırıp ovalarında güttüğüm hayvanları özledim. Köylerde kalmayıp gidenleri; babamı, annemi, abimi, halamı, amcamı, dayımı, teyzemi, dedelerimi, ebelerimi, komşularımızı özledim. Bayramlarda, düğünlerde bir araya gelen güzel dostları özledim. Sokaklarında korkusuzca koşup oynamayı özledim. Köyüme döneceğim de… Dönmek mesele değil; mesele, köyüme gittiğimde o özlem duyduğum, doğup büyüdüğüm köyümün o temiz, o saf hâlini, temiz kalpli insanlarını bulabilecek miyim? Bütün mesele bu Bugün gittim baktım köyüme… Köy demek bin şahit ister. Dağları mera, bahçeleri heba olmuş. Evleri viran… Bacalarda tütmüyor duman, yanmıyor sobalar. Yaşayan yok evlerde buna inan. Evlerin yarıdan fazlası boş, içinde oturan insan kalmamış. Kalanlarda ise bir nine, bir büyük baba… Dedeler uyuşuk, nineler bir kenarda esner; sanki gidenlerin arkasından gün sayar gibi. Onlarda da üretme çabası yok. “İki tavuk, beş inek göster” desek, onlarda da yok. Yumurta marketten, süt marketten; un, yağ, bulgur marketten… Hatta yufka ekmeğin yerini alan çarşı ekmeği bile marketten. Köyde ne eken var ne biçen. Öyle ki marabanın bile marabası var. Sanki herkes olmuş bir ağa; inekleri kim sağacak? Eşeğin, öküzün yerini araba almış. Hazıra alışmış insanlar… Ne bahçeye giden var ne tarlaya. Harman yerinde harman kaldıran da yok, dağlarda hayvan otlatıp “haydi ha!” diye bağıran da… Ne kazma kalmış köyde, ne kürek. Köye dönmek ister bizde kocaman bir yürek. Teknoloji girdiği her yeri olumsuz etkilediği gibi köyleri de etkilemiş Televizyon denen renkli kutu, internetle ve cep telefonlarıyla gelen sanal dünya köydeki insanları da olumsuz etkilemiş. Kalmamış köylerde eski samimiyetler, eski dostluklar, eski insanlar… Birbirine emanet edilen çocuklar, imece usulü yapılan çalışmalar… Eskiye duyulan özlem, aslında eski insanlara duyulan özlammış meğer. Çünkü eski insanlar sadece kendileri değil, saf temiz duyguları da alıp gitmişler. İyi niyetleri, iyilikleri de yanlarında götürmüşler. Geride kalanlar gelecek nesillere aktaramamışlar iyilikleri, güzellikleri, saf ve temiz duyguları. Teknolojiye kurban edilmiş iyi niyetler… Küresel dünyanın kirlenmiş düşünceleri köy insanının saf ve temiz dimağını, duygularını bile kirletmiş. Sobalı evde büyüyenler iyi bilir… Sobalı evde bir yandan kahvaltı yapılırken bir yandan da ekmekler kızarırdı. Arada unutulunca yanık kokusu ve dumanıyla fark edilirdi ekmekler. Anamız ekmekleri atmazdı; yanıklarını bıçakla sıyırır, yine de o ekmeği yerdik. Sadece ekmek mi kızarırdı sobada? Elbette hayır! Kuzinenin içinde gümpür… Biraz da soğan… Ne de güzel olurdu! Yemlikle birlikte yufkaya sarıp dürüm yaptın mı, tadına doyulmazdı. Su katılmamış sütten alınan kaymak, tereyağı; hele bir de karakovandan bal varsa, hiçbir yerde bulamazsın o kahvaltının tadını. Sobanın üstüne su dolu güğüm konur, buharı odayı hamama çevirirdi. Tıslama sesi eşlik ederdi… Bu sıcak ortam mayışma yapardı ama yine de şehirlerdeki açık büfelerde bulunmazdı köy kahvaltısının tadı. Sadece kahvaltı mı? Bütün yemekler sobalı odada, sobanın kenarında; ailenin tüm bireyleri bir arada yenirdi. Köyde yere kurulan sofralar yalnızca karınları doyurmaz; samimi sohbetlerle gönülleri de doyururdu. Sobada yanan odunlar sadece odayı değil, yürekleri de ısıtırdı is kokan, tezek kokan dumanlarıyla… Şehirde sigara dumanından dumanaltı olan insanların yerine, köyde odun ve çalı dumanıyla dumanaltı olurduk. Tüten sobanın dumanı en saf, en doğal hâliyle… Ne güzeldi… Dört gözle beklediğiniz bir haberin şehirden gelenlerle birlikte gelmesi… Yağmurdan sonra açan güneş gibi… Sabahları kızarmış ekmek kokusuyla uyanmak… Soğuktan titrerken elinize tutuşturulan bir bardak çay… En önemlisi: nefes almak, konuşmak, duymak, yürümek, görmek, anlamak, dokunmak… Ne güzeldi köyde hayatı yaşamak. Sözler kaba fakat samimiyetler kibardı köylerde. Bir art niyet aranmazdı söyleyişlerde. Yazılı kurallar yoktu belki, lakin herkes birbirinin otokontrolünü sağlardı. Son yıllarda televizyonlarda “Biri Bizi Gözetliyor” adıyla yayımlanan programların en saf ve orijinal hâli yaşanırdı köylerde. “Sen anam değilsin, babam değilsin, bana karışamazsın” diyemezdik. Bu yüzden sadece annem babam değil, köyde başta akrabaların olmak üzere herkes yanlışlara müdahale ederdi. O saf temiz köylüler, toplumsal hayatın sosyolojik bir gerçeği olan “Sadece senin iyi çocuk yetiştirmen yetmez; herkes iyi çocuklar yetiştirmeli” düşüncesini adeta içselleştirmişti. Herkes birbirine emanet ederdi çocuklarını. Bizim çocukluğumuzun yaşandığı dönemlerde huzurun ve güvenin en güzel yaşandığı yerlerdi köyler. Ben böyle bir ortamda, böyle bir köyde büyüdüm…
Ekleme Tarihi: 01 Aralık 2025 -Pazartesi

Köye Döneceğim de...

Evet, insan bazen istemiyor değil köyüne dönmeyi. Şehirlerin kalabalıklarından, ışıltılı caddelerin arka sokaklarında döndürülen kirli dolaplardan, araba gürültülerinden, egzozlardan çıkan zehirli gazlardan; insanların samimiyetsiz, sahte gülücüklerinden, makyajlanmış yüzlerden, filtrelenmiş fotoğraflardan, yüzüne gülüp ardından iş çeviren sahte insanlardan kurtulmak için…

Çoktan dönerim de, dönmek mesele değil; mesele, benimle gelecek çoluk çocuk yok. Köye duyulan özlem yok. Çünkü köyde büyüyen çocuk yok.

Şehirde hesabı kitabı yaptık, hesaplarımız tuttu, kendimize bir hayat kurduk da; insanlık bulduk mu? Güveni bulduk mu? Huzuru bulduk mu? İşte bunlar büyük bir muamma. “Sabır, sabır” diye hep bekledik. Belki düzelir insanlar diye… Sabır taşı da doldu taştı, en sonunda o da çatladı. Öyle ki şehirlerde güvenip kapısını çalıp içeri girecek ya da kapını açıp içeri buyur edeceğin insanlar yok denecek kadar azaldı.

Eskiyi özler mi insan?

Özlüyormuş meğer… Ben de köyümü özledim. Sobanın üstünde demlenen çayı özledim, koyunu, keçiyi, inekleri özledim; kümese girip holluktan yumurta almayı özledim. Dağları, taşları; pınarlarından akan, derelerinden coşup çağlayan suları özledim. Dağlarında dolaştırıp ovalarında güttüğüm hayvanları özledim. Köylerde kalmayıp gidenleri; babamı, annemi, abimi, halamı, amcamı, dayımı, teyzemi, dedelerimi, ebelerimi, komşularımızı özledim. Bayramlarda, düğünlerde bir araya gelen güzel dostları özledim. Sokaklarında korkusuzca koşup oynamayı özledim.

Köyüme döneceğim de… Dönmek mesele değil; mesele, köyüme gittiğimde o özlem duyduğum, doğup büyüdüğüm köyümün o temiz, o saf hâlini, temiz kalpli insanlarını bulabilecek miyim?

Bütün mesele bu

Bugün gittim baktım köyüme… Köy demek bin şahit ister. Dağları mera, bahçeleri heba olmuş. Evleri viran… Bacalarda tütmüyor duman, yanmıyor sobalar. Yaşayan yok evlerde buna inan. Evlerin yarıdan fazlası boş, içinde oturan insan kalmamış. Kalanlarda ise bir nine, bir büyük baba… Dedeler uyuşuk, nineler bir kenarda esner; sanki gidenlerin arkasından gün sayar gibi. Onlarda da üretme çabası yok. “İki tavuk, beş inek göster” desek, onlarda da yok. Yumurta marketten, süt marketten; un, yağ, bulgur marketten… Hatta yufka ekmeğin yerini alan çarşı ekmeği bile marketten. Köyde ne eken var ne biçen. Öyle ki marabanın bile marabası var. Sanki herkes olmuş bir ağa; inekleri kim sağacak? Eşeğin, öküzün yerini araba almış. Hazıra alışmış insanlar… Ne bahçeye giden var ne tarlaya. Harman yerinde harman kaldıran da yok, dağlarda hayvan otlatıp “haydi ha!” diye bağıran da… Ne kazma kalmış köyde, ne kürek. Köye dönmek ister bizde kocaman bir yürek.

Teknoloji girdiği her yeri olumsuz etkilediği gibi köyleri de etkilemiş

Televizyon denen renkli kutu, internetle ve cep telefonlarıyla gelen sanal dünya köydeki insanları da olumsuz etkilemiş. Kalmamış köylerde eski samimiyetler, eski dostluklar, eski insanlar… Birbirine emanet edilen çocuklar, imece usulü yapılan çalışmalar… Eskiye duyulan özlem, aslında eski insanlara duyulan özlammış meğer. Çünkü eski insanlar sadece kendileri değil, saf temiz duyguları da alıp gitmişler. İyi niyetleri, iyilikleri de yanlarında götürmüşler. Geride kalanlar gelecek nesillere aktaramamışlar iyilikleri, güzellikleri, saf ve temiz duyguları. Teknolojiye kurban edilmiş iyi niyetler… Küresel dünyanın kirlenmiş düşünceleri köy insanının saf ve temiz dimağını, duygularını bile kirletmiş.

Sobalı evde büyüyenler iyi bilir…

Sobalı evde bir yandan kahvaltı yapılırken bir yandan da ekmekler kızarırdı. Arada unutulunca yanık kokusu ve dumanıyla fark edilirdi ekmekler. Anamız ekmekleri atmazdı; yanıklarını bıçakla sıyırır, yine de o ekmeği yerdik.
Sadece ekmek mi kızarırdı sobada? Elbette hayır! Kuzinenin içinde gümpür… Biraz da soğan… Ne de güzel olurdu! Yemlikle birlikte yufkaya sarıp dürüm yaptın mı, tadına doyulmazdı.

Su katılmamış sütten alınan kaymak, tereyağı; hele bir de karakovandan bal varsa, hiçbir yerde bulamazsın o kahvaltının tadını.

Sobanın üstüne su dolu güğüm konur, buharı odayı hamama çevirirdi. Tıslama sesi eşlik ederdi… Bu sıcak ortam mayışma yapardı ama yine de şehirlerdeki açık büfelerde bulunmazdı köy kahvaltısının tadı.
Sadece kahvaltı mı? Bütün yemekler sobalı odada, sobanın kenarında; ailenin tüm bireyleri bir arada yenirdi. Köyde yere kurulan sofralar yalnızca karınları doyurmaz; samimi sohbetlerle gönülleri de doyururdu. Sobada yanan odunlar sadece odayı değil, yürekleri de ısıtırdı is kokan, tezek kokan dumanlarıyla… Şehirde sigara dumanından dumanaltı olan insanların yerine, köyde odun ve çalı dumanıyla dumanaltı olurduk. Tüten sobanın dumanı en saf, en doğal hâliyle…

Ne güzeldi… Dört gözle beklediğiniz bir haberin şehirden gelenlerle birlikte gelmesi…
Yağmurdan sonra açan güneş gibi…
Sabahları kızarmış ekmek kokusuyla uyanmak…
Soğuktan titrerken elinize tutuşturulan bir bardak çay…

En önemlisi: nefes almak, konuşmak, duymak, yürümek, görmek, anlamak, dokunmak…
Ne güzeldi köyde hayatı yaşamak.

Sözler kaba fakat samimiyetler kibardı köylerde. Bir art niyet aranmazdı söyleyişlerde. Yazılı kurallar yoktu belki, lakin herkes birbirinin otokontrolünü sağlardı.
Son yıllarda televizyonlarda “Biri Bizi Gözetliyor” adıyla yayımlanan programların en saf ve orijinal hâli yaşanırdı köylerde. “Sen anam değilsin, babam değilsin, bana karışamazsın” diyemezdik. Bu yüzden sadece annem babam değil, köyde başta akrabaların olmak üzere herkes yanlışlara müdahale ederdi.
O saf temiz köylüler, toplumsal hayatın sosyolojik bir gerçeği olan “Sadece senin iyi çocuk yetiştirmen yetmez; herkes iyi çocuklar yetiştirmeli” düşüncesini adeta içselleştirmişti. Herkes birbirine emanet ederdi çocuklarını.

Bizim çocukluğumuzun yaşandığı dönemlerde huzurun ve güvenin en güzel yaşandığı yerlerdi köyler.

Ben böyle bir ortamda, böyle bir köyde büyüdüm…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve davrazhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.