Vakti zamanında, köyün birinde bir değirmen varmış. Değirmen, buğday öğütmek için yalnızca taş ve su değil, bir nebze de sabır ve anlayış istermiş. Ne var ki, o değirmene gelen köylüler sabır taşını taşırmışçasına inat eder, tartışır, kavga çıkartırmış. “Ben önce geldim!” diyen de, “Benim buğdayım az, çabuk bitsin!” diye diretende eksik olmazmış.
Bir gün, elinde çuval buğdayla değirmene giden bir adam, yolda karşılaştığı nur yüzlü bir ihtiyardan öğüt almış: “Sen bilirsin…” demiş ihtiyar. Bu üç kelime, küçük gibi görünse de değirmende tüm karmaşayı dindirecek sihirli bir sözmüş.
Adam değirmene vardığında yine kavga, gürültü ve tartışma vardı. Ama o sakinliğini koruyup tek kelime etti: “Sen bilirsin…” Değirmenci şaşırmış, çuvalı almış ve işine koyulmuş. Diğer müşteriler ne yapsalar da etkilememiş adamı. O günden sonra, değirmende kavga bitmiş, huzur çökmüş.
İşte mesele de tam burada: Hayat, değirmen gibi. İnsanlarla yan yana geldiğimizde inat, tartışma ve öfke kolayca taşabilir. Küçük bir sözle, bir tebessümle, “Sen bilirsin…” diyerek ortamı yumuşatmak mümkün.
Bugün de sokaklarda, iş yerlerinde, sosyal medyada aynı kavga ve gürültüyü görüyoruz. Kimileri haklı olabilir, kimileri haklıyı savunur gibi görünür. Ama sabır ve saygı, her tartışmanın üstesinden gelir.
Unutmayalım ki, bazen lüzumsuz tartışmalara girmemek, karşımızdakine saygı göstermek, tüm toplumu huzura kavuşturur. Değirmenler hâlâ öğütür; ama biz “Sen bilirsin” demeyi bildiğimiz sürece, kavga değil, barış ve sükûnet çoğalır.

