Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam

Postmodern Kapitalizmin Başarısı

Isparta (Web Sitesi) - Web Sitesi | 25.07.2025 - 11:50, Güncelleme: 25.07.2025 - 11:50
 

Postmodern Kapitalizmin Başarısı

Yazar Ayşeli Polat Yazdı...

Hemen hemen her yıl yaz geldiğinde sıla-i rahim der yollara dükülürüz. Farklı şehirlerde, farklı kültürlerde, farklı evlere konuk olur, farklı caddeleri adımlar, farklı çarşıları gezer, farklı  duygularla evimize döneriz.  Bu seyahatlerimizde en çok dikkatimizi çeken husus, insanların gerek yaşantılarında, gerek kılık kıyafetlerinde,  gerekse bakış açılarındaki  değişimdir. Her yıl dolaştığım çarşı  pazarlarda insanları  başkalaşmış  görünce  ister istemez kendi kendime sorarım. Acaba Kur 'an mı değişti? Cevabı da kendim veririm. Hayır... Emirler ve yasaklarda değişim oldu da benim mi haberim yok? Hayır... Peki nasıl oluyor da insanlar hem zihnen hem de yaşantı olarak bu kadar hızlı değişebiliyorlar? Nasıl oluyor da 5 yıl önceki kıyafet ile 5 yıl sonraki kıyafet arasında uçurumlar oluşuyor? Bu konu hakkında bir iki kelam etmek istiyorum. Gözlemlediğim  kadarıyla günümüzde mutaasıp giyim tarzı, küreselleşmiş dünyada müslüman kimliğini korumanın bir sembolü olmaktan çıkmış; cazibe ve çekiciliğin ön plana çıkarıldığı bir tüketim metaı haline gelmiş. Toplumu istila eden tesettür modası, sadece  başörtüsünün değil,  vücudun her detayının dini argümanlardan  soyutlandırılmasını amaçlıyor. Tesettür modasıyla, dindeki sadelik ve görünmezlik ; ruj, far, rimel, eyeliner, parfüm, topuz gibi araçlarla görünür ve fark edilir kılınmaya çalışılıyor. Peki amaç ne? Tüketim kültürünün revaçta olduğu bir dünyada, kamusal alanla ahenkli ve uzlaşmış, zihnen dindar yaşantı olarak modanın esiri bir topluluk teşekkül etmek.   Hususen başörtüsü serbestiyeti geldikten sonra, başörtüsünün imajı tamamen değişti. Bu değişiklikle kadınlar, önceden birbirleri üzerinden  yürüttükleri rekabeti, önemli mevkilere gelmiş eşlerinin makam ve statüleri üzerinden yürütmeye başladılar.  "Muhafazakar" olarak bilinen kadın ve erkeğin kendini tanıtırken zikrettiği "müslüman  kimlik" yerini, toplumda elde ettiği konum ve statüye bıraktı. Fakat ne yazık ki bu değişim, temeli sağlam bir binanın farklı tarzda süslenen duvarlarında meydana gelen bir değişim gibi değil.  "Muhafazakar" olarak zikredilen bireylerin özenti davranışları ve farklı görünme çabaları, geçmişte yaşayan elit sınıfların kibir kokan hallerine ne kadar benziyor.  En acısı ne biliyor musunuz? Kamusal alandaki başörtülü kadın, artık sadece kendini temsil etmiyor. İnanan büyük bir kitleyi sembolize ettiğini düşünüyor. Sonuç ne peki? Başörtülü sayısında gözle görünür derecede  bir artış var. Fakat başörtüsünün temsil ettiği davanın ne olduğuna dair fikir sahibi olan kişi sayısı bir elin parmağını geçmez. Başörtüsü renklendi, çeşitlendi, yeni yeni stiller ortaya çıktı. Buna karşılık namazsız başörtülüler arzı endam etmeye başladı.  Ramazan ayında restoranda yemek yiyen, cafede cay içen  başörtülüler    türedi. Bütün bunlar, günümüzde başörtüsünün belli bir hayat tarzını ifade etmediğinin, bir tüketim merakına dönüştüğünün en bariz göstergesi.   Oysa geçmişte böyle miydi? Kadın denildiğinde, tesettürüyle, edebiyle toplumda dikkat çekmeden toplumsal hayattaki varlığını hissettiren kişi akla gelirdi. Burnunu göstermekten utanan ninelerimiz, yaşlı görünmek için sırtına yastık tepen genç kızlarımız vardı bizim. Ya şimdi?  Bütün  dikkatleri kendi üzerinde toplamak için azami derecede gayret sarfeden, acube topuzu, boya küpüne batmış misali abartılı makyajı, alınmış kaşlarıyla bir giydiğini bir defa daha gitmeyi ar sayan genç kızlarımız; daha genç görünmek için estetik yaptıran başörtülü kadınlarımız doldurdu caddeleri. Düşünüyorum... Hadi kadınların içinde bozulmaya dair maya zaten varmış diyelim. Pekiyi o mayayı harekete geçiren neydi? İlahiyat Fakültesi  2. sınıftaydım 1992'de. Tekbir Giyim Bayezıt President Otel’de tesettür defilesi yapmıştı. Bu defile gerek medyada gerekse toplumun birçok  kesiminde büyük  yankı  uyandırmıştı. Zannımca kadındaki bozulma mayası bu defileyle harekete geçti.  Müslüman kadınların mevcut hayat şartlarını İslami prensiplere göre yeniden şekillendirmeyip, hali hazır durumun sadece İslami versiyonunu ortaya koyma çabası; modernizmin ve postmodernizmin tüketime dair çizdiği hudutların aynen kalmasını sağlamış ve tüketen bir Müslüman tipi ortaya çıkmıştır. Başörtüsü reklamları, tesettür defileleri bir toplumu toptan ifsat etmeye yetmiştir. Bozulma öyle bir raddeye gelmiş ki,  dindar olarak nitelendirilen işadamları, bu defile ve moda rüzgârını, meşru bir zemine oturtma gayreti içine girerek ayet ve hadisleri keser gibi kendilerine yontup yorumlamışlar.  “Müslüman her şeyin en iyisini hak eder”, “Allah kulunun üzerinde nimetini  görmekten hoşlanır” diyerek yaptıkları işi meşrulaştırmaya çalışmışlar.  Oysa 80’li yıllara kadar tesettür demek takva demekti. Geniş robadan pardesuler, bele kadar uzanan eşarplarla, kadınlar takvayı muhafaza etme derdindeydiler. Gri, siyah, kahverengi gibi renkleri tercih ederek, görünmeme ve fark edilmemeyi arzuluyorlardı. Fakat ilerleyen zamanlarda pembe, parlak sarı, kırmızı gibi daha göz alıcı ve fark edilir renkleri  tercih ederek görünmeye  başladılar. Kıyafetlerin tarzı ve rengi değiştikçe dindar kadının zihinsel süreci de değişti. Tesettür modasının öncülerinin katkısıyla “beden benim ve bu beden hususunda özgürüm” anlayışı baş gösterdi. Vehamet o hale geldi ki, genç kızlarla olgun kadınların kıyafetleri karıştı, yaş hiyerarşisi ortadan kalktı. Bitti mi? Tabii ki hayır... Modern ve postmodern dünyanın acımasız  çarkına kendini kaptıran tesettürlü kadın, toplumda kendine yer bulma ve saygınlık kazanma adına, tesettürün ima ettiği dili kullanmaktan da vazgeçti, kılık kıyafetine tamamen zıt imajlar, jestler, mimikler ve argo konuşmalarla özgür  olduğunu düşünüp sahte mutluluk yaşadı. Kimlik karmaşası yaşayan dindar kadın, özneleşmek isterken kendi kimliğinin öz niteliklerini kaybederek nesneleşti. Alışılmış mekânların dışında gözükmeye başladı. "Başörtülüyüm  ama başörtüsüz olanların yaptıklarını da yapabilirim. Onların gittiği mekanlara da gidebilirim” diyerek gönlünü rahatlattı.     İster kabul edin ister etmeyin, hem erkek hem de kadın dindarlık olarak çok değişti. Kamusal alanda var olma kaygısı, erkeğe haram ve helal duygusunu kaybettirdi ve onu kapitalizmin nesnesi haline dönüştürdü. Kadına da, feminist değerleri diline dolattırıp  kadın erkek eşitliği söylemi üzerinden, adalet kavramını kaybettirdi.   Özgürlük, farklılık, herkesten başka görünme isteği gibi kavramlarla hem kadınlar hem erkekler yozlaştırıldı. Din temelli yaşam inşa etme süreci, postmodern kapitalist sistemin sıradanlaştırdığı, dini değerlerin anlamlarını yitirdiği sürece evrildi.  Dine aykırı kıyafet, dine aykırı yaşam biçimi, dine aykırı dil ve söylemler dindarlar arasında   yaygınlaştı. Toplumda, hiçbir  ilkesi, kuralı, vazgeçilmezi olmayan dindarlar cirit atmaya başladı. Bunun nedeni, tüm değerleri metaya indirgeyip pazarlayabilen postmodern kapitalizmin görülmeyen varlığıdır.  Pekiyi bütün bunlar hangi ara oldu? Yavaş yavaş... Taviz vere vere... Azar azar oldu. Bir hikaye ile durum daha iyi anlaşılır herhalde. Aynı ormanda yaşayan bir aslan ve bir inek sürüsü varmış. Aslan sürüsünün gözü sürekli  inek sürüsünde imiş. Ama inek sürüsü, kendini savunacak kadar kalabalık ve güçlü olduğu için, aslanlar sürüye saldırmaya cesaret edemiyorlarmış. Gel zaman git zaman aslanlar açlıktan perişan olmuşlar. Düşünüp taşınmışlar.  İnek sürüsü çok kalabalık ve güçlü. Eğer saldırırlarsa boşa çıkacak.  Çaba sarfetmeden, enerji harcamadan nasıl karınlarını doyurabilirler, bunun yollarını aramışlar. Aralarında konuşup anlaşmışlar ve ineklerin sürüsüne  içlerinden  bir elçi göndermişler.  Elçi demiş ki: "Size saldırırsak mutlaka aranızdan birini alıp yiyeceğiz, buna engel olamazsınız. Gelin, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın. Aranızdan birinin rengi çok sarı gözlerimizi alıyor, sizden de farklı. Onu bize verirseniz size saldırmadan onu alıp gideriz ve bir daha da gelmeyiz. Bundan sonra da güzel güzel geçiniriz." İnekler düşünmüşler, taşınmışlar, bilge ineğe sormuşlar. “Olmaz” demiş bilge inek. “Aramızdan hiçbirini vermeyin”. Ama aslanlar ısrar edince inekler razı olmuş. "Nasıl olsa saldırırlarsa birimiz gidecek, biz de çok yorulacağız. Bir inekten ne çıkar? Biz büyük bir sürüyüz, bize bir şey olmaz" demişler ve vermişler sarı ineği. Aslanlar da sarı ineği bir güzel yemişler. Bir kaç gün sonra aslanlar gene acıkmış. Aslanların elçisi tekrar ineklerin yanına gel mis ve: "Aranızda boynuzu kırık bir inek var sinirimizi bozuyor. Onu bize verin, ne kendinizi ne bizi uğraştımayın" demiş. Barış yanlısı inekler, ikinci tavizi de vermişler. O ineği de vermişler. Artık işi öğrenen aslanlar, benekli inek, kuyruğu kısa inek, şöyle inek, böyle inek deyip inekleri bir bir almışlar sürüden. Sürü de günden güne iyice azalmış.  Artık aslanlar elçiye gerek kalmadan açık açık saldırmaya, istedikleri ineği sürüden götürüp yemeye başlamışlar. Sürünün ileri gelen inekleri, panik içinde bilge ineğe koşmuşlar. “Biz nerede hata yapıyoruz, sürümüz yok olacak!" demişler. Bilge inek cevabı vermiş, “Siz hatayı sarı ineği verirken yaptınız…“ Evet... Biz hatayı ilk tavizi verirken yaptık. Prensiplerimizi hiçe sayarken yaptık. Modanın rüzgarına kapılırken yaptık. Özgürleştiğimizi zannedip köleleşirken  yaptık. Artık ne yapsak nafile!
Yazar Ayşeli Polat Yazdı...

Hemen hemen her yıl yaz geldiğinde sıla-i rahim der yollara dükülürüz. Farklı şehirlerde, farklı kültürlerde, farklı evlere konuk olur, farklı caddeleri adımlar, farklı çarşıları gezer, farklı  duygularla evimize döneriz. 

Bu seyahatlerimizde en çok dikkatimizi çeken husus, insanların gerek yaşantılarında, gerek kılık kıyafetlerinde,  gerekse bakış açılarındaki  değişimdir. Her yıl dolaştığım çarşı  pazarlarda insanları  başkalaşmış  görünce  ister istemez kendi kendime sorarım. Acaba Kur 'an mı değişti? Cevabı da kendim veririm. Hayır... Emirler ve yasaklarda değişim oldu da benim mi haberim yok? Hayır... Peki nasıl oluyor da insanlar hem zihnen hem de yaşantı olarak bu kadar hızlı değişebiliyorlar? Nasıl oluyor da 5 yıl önceki kıyafet ile 5 yıl sonraki kıyafet arasında uçurumlar oluşuyor? Bu konu hakkında bir iki kelam etmek istiyorum.

Gözlemlediğim  kadarıyla günümüzde mutaasıp giyim tarzı, küreselleşmiş dünyada müslüman kimliğini korumanın bir sembolü olmaktan çıkmış; cazibe ve çekiciliğin ön plana çıkarıldığı bir tüketim metaı haline gelmiş. Toplumu istila eden tesettür modası, sadece  başörtüsünün değil,  vücudun her detayının dini argümanlardan  soyutlandırılmasını amaçlıyor. Tesettür modasıyla, dindeki sadelik ve görünmezlik ; ruj, far, rimel, eyeliner, parfüm, topuz gibi araçlarla görünür ve fark edilir kılınmaya çalışılıyor. Peki amaç ne? Tüketim kültürünün revaçta olduğu bir dünyada, kamusal alanla ahenkli ve uzlaşmış, zihnen dindar yaşantı olarak modanın esiri bir topluluk teşekkül etmek.  

Hususen başörtüsü serbestiyeti geldikten sonra, başörtüsünün imajı tamamen değişti. Bu değişiklikle kadınlar, önceden birbirleri üzerinden  yürüttükleri rekabeti, önemli mevkilere gelmiş eşlerinin makam ve statüleri üzerinden yürütmeye başladılar.  "Muhafazakar" olarak bilinen kadın ve erkeğin kendini tanıtırken zikrettiği "müslüman  kimlik" yerini, toplumda elde ettiği konum ve statüye bıraktı. Fakat ne yazık ki bu değişim, temeli sağlam bir binanın farklı tarzda süslenen duvarlarında meydana gelen bir değişim gibi değil.  "Muhafazakar" olarak zikredilen bireylerin özenti davranışları ve farklı görünme çabaları, geçmişte yaşayan elit sınıfların kibir kokan hallerine ne kadar benziyor. 

En acısı ne biliyor musunuz? Kamusal alandaki başörtülü kadın, artık sadece kendini temsil etmiyor. İnanan büyük bir kitleyi sembolize ettiğini düşünüyor. Sonuç ne peki? Başörtülü sayısında gözle görünür derecede  bir artış var. Fakat başörtüsünün temsil ettiği davanın ne olduğuna dair fikir sahibi olan kişi sayısı bir elin parmağını geçmez. Başörtüsü renklendi, çeşitlendi, yeni yeni stiller ortaya çıktı. Buna karşılık namazsız başörtülüler arzı endam etmeye başladı.  Ramazan ayında restoranda yemek yiyen, cafede cay içen  başörtülüler    türedi. Bütün bunlar, günümüzde başörtüsünün belli bir hayat tarzını ifade etmediğinin, bir tüketim merakına dönüştüğünün en bariz göstergesi.  

Oysa geçmişte böyle miydi? Kadın denildiğinde, tesettürüyle, edebiyle toplumda dikkat çekmeden toplumsal hayattaki varlığını hissettiren kişi akla gelirdi. Burnunu göstermekten utanan ninelerimiz, yaşlı görünmek için sırtına yastık tepen genç kızlarımız vardı bizim. Ya şimdi?  Bütün  dikkatleri kendi üzerinde toplamak için azami derecede gayret sarfeden, acube topuzu, boya küpüne batmış misali abartılı makyajı, alınmış kaşlarıyla bir giydiğini bir defa daha gitmeyi ar sayan genç kızlarımız; daha genç görünmek için estetik yaptıran başörtülü kadınlarımız doldurdu caddeleri.

Düşünüyorum... Hadi kadınların içinde bozulmaya dair maya zaten varmış diyelim. Pekiyi o mayayı harekete geçiren neydi? İlahiyat Fakültesi  2. sınıftaydım 1992'de. Tekbir Giyim Bayezıt President Otel’de tesettür defilesi yapmıştı. Bu defile gerek medyada gerekse toplumun birçok  kesiminde büyük  yankı  uyandırmıştı. Zannımca kadındaki bozulma mayası bu defileyle harekete geçti. 

Müslüman kadınların mevcut hayat şartlarını İslami prensiplere göre yeniden şekillendirmeyip, hali hazır durumun sadece İslami versiyonunu ortaya koyma çabası; modernizmin ve postmodernizmin tüketime dair çizdiği hudutların aynen kalmasını sağlamış ve tüketen bir Müslüman tipi ortaya çıkmıştır. Başörtüsü reklamları, tesettür defileleri bir toplumu toptan ifsat etmeye yetmiştir. Bozulma öyle bir raddeye gelmiş ki,  dindar olarak nitelendirilen işadamları, bu defile ve moda rüzgârını, meşru bir zemine oturtma gayreti içine girerek ayet ve hadisleri keser gibi kendilerine yontup yorumlamışlar.  “Müslüman her şeyin en iyisini hak eder”, “Allah kulunun üzerinde nimetini  görmekten hoşlanır” diyerek yaptıkları işi meşrulaştırmaya çalışmışlar. 

Oysa 80’li yıllara kadar tesettür demek takva demekti. Geniş robadan pardesuler, bele kadar uzanan eşarplarla, kadınlar takvayı muhafaza etme derdindeydiler. Gri, siyah, kahverengi gibi renkleri tercih ederek, görünmeme ve fark edilmemeyi arzuluyorlardı. Fakat ilerleyen zamanlarda pembe, parlak sarı, kırmızı gibi daha göz alıcı ve fark edilir renkleri  tercih ederek görünmeye  başladılar. Kıyafetlerin tarzı ve rengi değiştikçe dindar kadının zihinsel süreci de değişti. Tesettür modasının öncülerinin katkısıyla “beden benim ve bu beden hususunda özgürüm” anlayışı baş gösterdi. Vehamet o hale geldi ki, genç kızlarla olgun kadınların kıyafetleri karıştı, yaş hiyerarşisi ortadan kalktı. Bitti mi? Tabii ki hayır...

Modern ve postmodern dünyanın acımasız  çarkına kendini kaptıran tesettürlü kadın, toplumda kendine yer bulma ve saygınlık kazanma adına, tesettürün ima ettiği dili kullanmaktan da vazgeçti, kılık kıyafetine tamamen zıt imajlar, jestler, mimikler ve argo konuşmalarla özgür  olduğunu düşünüp sahte mutluluk yaşadı. Kimlik karmaşası yaşayan dindar kadın, özneleşmek isterken kendi kimliğinin öz niteliklerini kaybederek nesneleşti. Alışılmış mekânların dışında gözükmeye başladı. "Başörtülüyüm  ama başörtüsüz olanların yaptıklarını da yapabilirim. Onların gittiği mekanlara da gidebilirim” diyerek gönlünü rahatlattı. 
  
İster kabul edin ister etmeyin, hem erkek hem de kadın dindarlık olarak çok değişti. Kamusal alanda var olma kaygısı, erkeğe haram ve helal duygusunu kaybettirdi ve onu kapitalizmin nesnesi haline dönüştürdü. Kadına da, feminist değerleri diline dolattırıp  kadın erkek eşitliği söylemi üzerinden, adalet kavramını kaybettirdi.  

Özgürlük, farklılık, herkesten başka görünme isteği gibi kavramlarla hem kadınlar hem erkekler yozlaştırıldı. Din temelli yaşam inşa etme süreci, postmodern kapitalist sistemin sıradanlaştırdığı, dini değerlerin anlamlarını yitirdiği sürece evrildi.  Dine aykırı kıyafet, dine aykırı yaşam biçimi, dine aykırı dil ve söylemler dindarlar arasında   yaygınlaştı. Toplumda, hiçbir  ilkesi, kuralı, vazgeçilmezi olmayan dindarlar cirit atmaya başladı. Bunun nedeni, tüm değerleri metaya indirgeyip pazarlayabilen postmodern kapitalizmin görülmeyen varlığıdır. 

Pekiyi bütün bunlar hangi ara oldu? Yavaş yavaş... Taviz vere vere... Azar azar oldu. Bir hikaye ile durum daha iyi anlaşılır herhalde.

Aynı ormanda yaşayan bir aslan ve bir inek sürüsü varmış. Aslan sürüsünün gözü sürekli  inek sürüsünde imiş. Ama inek sürüsü, kendini savunacak kadar kalabalık ve güçlü olduğu için, aslanlar sürüye saldırmaya cesaret edemiyorlarmış. Gel zaman git zaman aslanlar açlıktan perişan olmuşlar. Düşünüp taşınmışlar.  İnek sürüsü çok kalabalık ve güçlü. Eğer saldırırlarsa boşa çıkacak. 

Çaba sarfetmeden, enerji harcamadan nasıl karınlarını doyurabilirler, bunun yollarını aramışlar. Aralarında konuşup anlaşmışlar ve ineklerin sürüsüne  içlerinden  bir elçi göndermişler. 

Elçi demiş ki: "Size saldırırsak mutlaka aranızdan birini alıp yiyeceğiz, buna engel olamazsınız. Gelin, ne kendinizi ne bizi uğraştırmayın. Aranızdan birinin rengi çok sarı gözlerimizi alıyor, sizden de farklı. Onu bize verirseniz size saldırmadan onu alıp gideriz ve bir daha da gelmeyiz. Bundan sonra da güzel güzel geçiniriz."

İnekler düşünmüşler, taşınmışlar, bilge ineğe sormuşlar. “Olmaz” demiş bilge inek. “Aramızdan hiçbirini vermeyin”. Ama aslanlar ısrar edince inekler razı olmuş. "Nasıl olsa saldırırlarsa birimiz gidecek, biz de çok yorulacağız. Bir inekten ne çıkar? Biz büyük bir sürüyüz, bize bir şey olmaz" demişler ve vermişler sarı ineği. Aslanlar da sarı ineği bir güzel yemişler.

Bir kaç gün sonra aslanlar gene acıkmış. Aslanların elçisi tekrar ineklerin yanına gel mis ve: "Aranızda boynuzu kırık bir inek var sinirimizi bozuyor. Onu bize verin, ne kendinizi ne bizi uğraştımayın" demiş.

Barış yanlısı inekler, ikinci tavizi de vermişler. O ineği de vermişler. Artık işi öğrenen aslanlar, benekli inek, kuyruğu kısa inek, şöyle inek, böyle inek deyip inekleri bir bir almışlar sürüden. Sürü de günden güne iyice azalmış. 

Artık aslanlar elçiye gerek kalmadan açık açık saldırmaya, istedikleri ineği sürüden götürüp yemeye başlamışlar.

Sürünün ileri gelen inekleri, panik içinde bilge ineğe koşmuşlar. “Biz nerede hata yapıyoruz, sürümüz yok olacak!" demişler.

Bilge inek cevabı vermiş, “Siz hatayı sarı ineği verirken yaptınız…“

Evet... Biz hatayı ilk tavizi verirken yaptık. Prensiplerimizi hiçe sayarken yaptık. Modanın rüzgarına kapılırken yaptık. Özgürleştiğimizi zannedip köleleşirken  yaptık. Artık ne yapsak nafile!

Habere ifade bırak !
Haberle İlişkili Makale
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve davrazhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.